30 Nisan 2010 Cuma

Paradise Lost - Faith Divides Us - Death Unites Us (2009) [eleştiri]

Paradise Lost 2005 yılında çıkardıkları kendi adına taşıyan albümleri ile grubun asıl türü diyebileceğimiz gothic metal tarzına geri dönmüştü.  O dönem Evanescence gibi grupların gothic rock-metal’e alternative rock’tan aldığı etkilenimlerle yön vermesi, Paradise Lost’ta da bir etki yaratmış olsa gerek ki o albümde grubun daha eski albümlerinden çok farklı ve  alternative tarzlardan etkileniyormuşçasına bir gothic metal tarz vardı. Bunu yaparken de  grup aslında alternative rock’dan çok bir ara daha elektronik döneme girdiği synth rock döneminden yani yine kendisinden etkileri yansıtarak uzun süre ayrı kaldıkları gothic metal’e merhaba demişlerdi. Ardından gelen “In Requiem” ile bir önceki albümdeki metal köklerin Doom yönünü arttırarak devam eden grup artık metal’in sarp yollarına geri döndüğünü haykırır gibiydi. Bu albumle de  vokalleriyle, gitarlarıyla bir önceki albümde de olan synth rock etkilenimlerinin getirdiği  ambient havadan uzaklaşıldığı, şarkı yapılarının karmaşıklaşmaya başladığı az da olsa belli oluyordu. Bu yönleriyle bir sonraki albümde  Paradise Lost’un artık girdiği Heavy Metal’in sarp yollarından geri dönmeyeceğini herkes kestirebilse de, bu yolda grubun nasıl ilerleyeceğini son albümlerdeki hızlı değişimlerden kestirmek zordu. Çıkardığı son albüm “Faith Divides Us – Death Unites Us”la da Paradise Lost dediklerimizi yani beklentilerimizi ve bekleyemediklerimizi yalanlamıyor. Diğer hiçbir albümü ile tam ilişkilendiremediğimiz bir metal albüm çıkarak albüm hakkında iki beklentimizi doğru çıkarıyor.

Albümün tarzından bahsedersek biraz.
Albümü ilk dinlediğimizde belirgin olarak fark ettiğimiz ilk şey,  daha önceki albümlerde pek olmayan şarkılardaki değişken yapı diyebiliriz. Öyle ki şarkı içinde bazen tüm enstrümanlar susarak sadece vokal ve efektlerle şarkının sakin bir şekilde ilerlediği yerlerle, gitarın güçlü rifflerle ve davulun tempolu twinlerle şarkılara yön verdiği yerler aynı şarkıda bulunabiliyor (Örn: In Truth, I Remain). Şarkılar içerisinde bu kadar zıt yerlerin bir arada bulunabilemesinin yanında, şarkı içlerinde ritm ve riffler üzerindeki geçişlerin bolluğu da bu değişken yapıyı destekler nitelikte. Bu konuya girmişken grubun sadece bu albümün davul kayıtlarında çalan “Peter Damine de değinmeden geçmeyelim. Kendisi susması gerektiği yerde susmuş, vurucu yerlerde  ise bulduğu her boşluğu yaptığı zil numaralarıyla, ataklarla süsleyerek tam anlamıyla buraları iyi değerlendirmiş. Yani yazdığı davullarla şarkılar içinde zaten olan değişken yapıya bir hareketlilik, dinamizm katmış. Bu ritmik değişkenliğin yanında biraz da tınısal değişkenlikten ve çeşitliklikten bahsedelim. Albüm içinde oldukça vurucu tiz lead gitarlarla, bunların arkasında ilerleyen kalın ritm gitarların aynı şarkıda bulunmasını geçin, aynı anda bulunduğu yerler dahi var(Örn: Frailty). Bu da  grubu 7 telli gitar kullanmaya itmiş olsa gerek ki bu albümde ilk defa 7 telli gitar kullanılmış. 7 telli gitarın albümün beste süreci boyunca kullanılmış olması da tınısal değişkenliğin ve çeşitliliğin oluşmasında bir etken olmuş olabilir tabi. Çeşitlilik konusuna girmişken vokal çeşitliliğine de değinmek gerek. Albüm içi bahsettiğimiz gerek tınısal gerek ritmsel değişkenlik ve çeşitlilik Nick Holmes’un vokalini de etkilemiş durumda. Öyle ki Nick Holmes bu albümle nerdeyse tüm albümlerindeki ses rengini ve çok da fazla belli etmediği ses aralığını bir arada sunuyor. Ve bana göre hem kendisinin ve Paradise Lost’un en büyüleyici vokal performansını bu albümle birlikte sunuyor. Nadiren de olsa enstürmanların sustuğu ya da müziğin sakinleştiği yerlerde Nick Holmes’un vokali synth rock döneminde olduğu gibi Dave Gahan gibi bir hal alıyor. Çoğunlukla geçiş yerlerinde ise Metallica’dan James Hetfield’ı andırır nitelikte tiz ve kirli bir hale bürünüyor. Coşkunun, isyanın tavan yaptığı yerlerde ise bu kirlilik çoğu zaman “Icon” ve “Shades of God” döneminde olduğu gibi daha kalın ve biraz gırtlaktan bir hale geliyor. Tabi burada saydığım üç farklı vokal hali size bunlar arasında bir anda geçiş yaptığı izlenimi uyandırmasın, bu vokaller arasında geçişi belirgin olamayacak şekilde yapmayı da başarıyor Nick Holmes.

 Albümdeki efekt (bunlar efekt olarak klavyeden falan mı yoksa akustik olarak mı kaydedildi bilmiyorum) kullanımlarına gelirsek, albümde bir önceki albümlerde görülen daha akustik tonlar kullanma eğilimi burada doruğa çıkıyor. Hatta albüm boyunca yaylılar, piyano     3 enstrümanın dışında (bass, davul, gitarlar) bir ses duymuyoruz diyebiliriz. Ve bu yaylı ve piyano kullanımlarında da ses oldukça kısılmış durumda ve kulağa direk çarpmıyorlar ama orada olduklarını biliyorsunuz (Örn. First Light). Tabi grup bu albümde de çok sesli yapıyı bırakmıyor hatta bu çok sesli yapı albümün her köşesinde diğer en az diğer albümlerinde olduğu kadar etkili oluyor. Fakat  çok sesli yapıyı sağlamak için efektler yerine bu sefer oldukça gitarlara yüklenilmiş durumda. Gitarlarla sağlanan bu çok seslilikte çoğu zaman senfoni orkestralarında görülen armonilerden etkilenildiğinini bazı şarkılarda fark edebiliyoruz. Örneğin, Frailty’nin girişindeki lead gitardan sonra iki gitarın hareketli bir şekilde gitarı düz bir şekilde taradıkları bölümler, iki yaylı enstümanın sakin ve düz bir şekilde çaldığı melodi olabilecekken taranarak çalarak hareketlilik kazandırılmış. Albüme kulak kesildiğinizde albüm içinde birçok yerde bunu fark edebilirsiniz. Hatta bahsettiğim bu etki belki grubunu kendisi veya birileri tarafından fark edilmiş olsa gerek ki albümdeki iki şarkı “Faith Divides Us – Death Unites Us” ve “Last Regret” Prag Filarmoni Orkestrası tarafından da çalınarak albüme ikinci CD olarak eklenmiş. Prag Filarmoni Orkestrası tarafından çalınan bu şarkılar orjinalinden çok farklı çalınmamış ve orjinallerinden her ne kadar farklı bir havada da olsa müzik anlayışındaki ilhamın bir göstergesi gibi olmuş.  Buradan da albümde özellikle çok seslilik yönünden büyük bir etkisi olmasından dolayı albümde bir senfoni etkisi var diyebiliriz.  (Ama böyle bir havanın hakim olduğu aklınıza sakın gelmesin. Çünkü bir yaylı hakimiyeti yok albümde) Hatta albümde bahsettiğim bu etkiden midir? Grup fotolarından mıdır? Artık tam kestirmiyorum ama albüm bende kısmen de olsa bir Ortaçağ Avrupasının atmoesferini anımsatıyor. (As Horizon End’in girişi falan özellikle…)

 Bunun yanında önceki iki albümde, özellikle de “Paradise Lost (2005)” de görülen vurucu nakarat anlayışının bu albümün değişken yapısı ile oldukça azaldığını  söyleyebiliriz. Bunun yanında özellikle “Paradise Lost” albümünde görülen ve synth rock döneminin etkisi olan her şarkının tek bir havada olma özelliği (ambient yönü) şarkıların değişkenliği yönüyle oldukça bozulmuş durumda. Yani bir şarkıda değişken yapının etkisiyle birden fazla havaya bürünebiliyorsunuz.

Albümün söz yönüne gelirsek, yine tanrıyı ve sadakatı sorgulayan sözler olsa da grup üyeleri bunun bir konsept albüm olduğunu düşünmüyor. Kullandıkları dilde ise her zamanki gibi, kısa, basit, fonetik olarak uyumlu genellikle betimleyici, istenildiği yere çekilebilecek dizeler kullanmayı yeğlemişler yine.

Sadede gelirsek, çıkardıkları son albüm “Faith Divides Us – Death Unites Us” da Paradise Lost beklenildiği üzere girdiği yoldan çıkmıyor ve yine hiçbir albümüyle tam olarak ilişkilendiremeyeceğimiz bir albüm ortaya koyuyor.  Böylece girdiği yolda Doom ve Gothic köklerini, synth-rock dönemi ve sonrasında elde ettiği tecrübelerin etkisiyle yorumlayarak daha farklı  gothic metal anlayışı sunuyor. Ve kendi yenileşimini (inovasyonunu) sürdürüyor. Bu  yenileşim ile kendilerini yeniledikleri yetmezmiş gibi bir de gothic metal’in; hatta heavy metal’in metalcore, altenative metal gibi popülist metal akımların uzağında, farklı limanlara doğru yol almasını sağlıyorlar. Ve bu yolda demir atmaktan çok, ufkun daha da ötesine gitme gayreti içinde olduklarını bu albümle bir kez daha kanıtlıyorlar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder