19 Ağustos 2011 Cuma

Ferdan Ergut - Kapital, Kuran ve Başka Metinlere Dair (19.08.2011)

Çevremizde kitapların/ideolojilerin/teorisyenlerin v.s. tek “doğru” yorumu olduğunu –ve elbette o doğru yorumun kendi yorumu olduğunu- söyleyen pek çok kişi var. Monist (tekçi) düşünce biçimi, kültürümüzün ayrılmaz bir parçası ne de olsa. Monizm bahsini ciddiye almak lazım. Sağ, sol, liberal, sosyalist, muhafazakar farketmiyor. Bütün bu ideolojiler, monist bir perspektiften (“Marx’ın tek doğru yorumu”, “liberalizmin tek doğru biçimi” v.s.) savunulabilir. Ve ne yazık ki, memlekette olan tam da bu… Monistten geçilmiyor. Bu yazı, onlar için yazıldı.


Yazının merkezi sorusu şu olacak: Bir metni kapatabilir misiniz? Metnin bütün anlamlarını ortaya çıkararak, muhtemel okumaların -dışarıda bir tane bırakmamacasına- hepsini tüketerek, o metnin herkes için geçerli olacak tek bir okumasını yaparak bir metni kapatabilir misiniz? Örneğin bir Edip Cansever şiirini, her okur için geçerli olacak kertede tek bir anlama indirgeyerek kapatabilir misiniz? Tamam; şiir örneği belki çok da insaflı bir örnek değil. Çoğul okumaya açık olmayan bir metni zaten şiirden saymayız. (En azından ben saymıyorum; ama bu başka bir bahis!)



Öyleyse, Türk Dil Kurumu sözlüğünü açıp örneğin “insan” maddesine bakalım: “Toplum hâlinde bir kültür çevresinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen, bulguları sonucunda değiştirebilen ve biçimlendirebilen canlı”. Bu sözlük maddesini kapatabilir misiniz peki? Herkesin aynı şeyi anlayacağı, üzerinde anlaşabileceği bir tanım mıdır bu? Hiç “satır arası” yok mudur bu cümlenin? Sıradan bir tanım cümlesi değil mi? Ne karmaşıklığı olabilir ki? Öyleyse, bir de kendinizi ev ödevi nedeniyle bu tanımı okumak zorunda kalan dilsiz bir öğrencinin annesi yerine koyun ve tekrar düşünün!


Metinler kapatılamaz. Hiçbir metnin anlam katmanları, soğan kabuğu gibi soyula soyula bire indirgenemez. Her metnin anlamı çoğuldur. Üstelik, yazarından bağımsız olarak böyledir bu… Okur, o metne kendi hayat tecrübesini katar. Başka metinlerden getirdiklerini, öğrendiklerini (ve yanlış öğrendiklerini) katar. Aynı metin, 1900’lü yılların koşullarında farklı okunur; 2000’li yılların koşullarında farklı okunur. Bunun metinle de ilgisi yoktur; bizatihi farklı dönemlerin farklı koşulları farklı okumaları gündeme getirmiştir.


Hele bir de söz konusu olan Kapital ya da Kuran gibi derinlikli metinler ise, durum çok daha karmaşıklaşır. Bu metinlerin anlamları teke indirgenemez; çoğul okumaya açıktırlar. Aslında Marx’ın veya Marksizmin tek doğru yorumunun olmadığını en iyi Marksistler bilir (daha doğrusu bilmeleri beklenir). Sadece reel politikada birbirlerinin düşmanları olan Arnavutluk, Çin, Sovyetler Birliği gibi ülkelerden kaynaklanan farklı Marksizmlerden söz etmiyorum. Çok daha entelektüel düzeydeki farklılıklardan bahsediyorum: Örneğin E. P. Thompson’ın özneye ağırlık veren Marksizmi ile, Althusser’in yapıya ağırlık veren Marksizmi. Devasa bir farklılıktır söz konusu olan… Dahası şu: Her iki teorisyenin de kendi konumunu Marx üzerinden meşrulaştırması mümkündür. Zira, Marx’ın hayat boyu yazıp çizdikleri her iki Marksizme de cevaz veriyordu.


Çok doğal olarak böyle: Marx gibi gelişkin bir entelektüelin hayat boyu aynı şeyi söylediğini, habire aynı sorun etrafında dolaştığını düşünmek çok anlamsız olurdu. Yazdıklarında çelişkiler, fikir değişiklikleri, farklı sorun alanları için farklı vurguların varlığı son derece doğaldı. Thompson ve Althusser örneğindeki mesele -bir yönüyle- bu büyük “yapıtın” içinden hangi unsurların öne çıkarılacağı meselesiydi.


Bırakalım Marx’ın bütün kitaplarına bakmayı, tek bir cümlesi içinden bile iki farklı Marksizm türetmek mümkün olabilir. O ünlü cümleye bakalım: “İnsanlar, kendi tarihlerini kendileri yaparlar; fakat kendi seçtikleri koşullar altında değil”. Cümlenin birinci yarısı Thompson’ın favorisiydi; ikinci yarısı da Althusser’in!


Dahası da söylenebilir: Lenin’in yapıtlarında öyle yerler vardır ki, oralardan pekala bir Stalin veya bir Kim İl Sung çıkabilir. Çıkmıştır da! Bu fikirler asla ve asla Lenin’den çıkartılamaz diyebilir miyiz? Anti komünist tarihçilerin Ekim Devrimi bahsinde en sevdikleri çalışma alanı Çeka idi. Lenin’in belirli bir dönemde belirli bir sorunu çözmek için tasarladığı gizli polis örgütü. Hukuk tanımaz, Politbüro dışında hiçbir kuruma, mahkemeye v.s. hesap vermeyen, iç savaş koşullarında gerekirse grev yapan işçilerin grevlerini dağıtan, kentlerdeki açlık koşullarında buğday stoku yapan çiftçileri mahkeme kararı falan olmaksızın kurşuna dizen gizli polis örgütü… Demokratik düzen abidesi gibi görünmüyor değil mi? Ekim Devrimi ve Lenin elbette Çeka’dan ibaret değildi. Sosyalist bir düzeni, Çeka düzeni olarak algılayan bir zihniyetle elbette mücadele edeceğiz. Elbette o zihniyetin sosyalizmi ve Ekim Devrimi’ni yanlış anladığını söyleyeceğiz. Ama gerçek değişmiyor: Ekim Devriminin içinde Çeka var! Kim İl Sung da buna dayanıyordu zaten.


Bu yazıda Kapital ve Kuran olarak simgeleştirdiğim iki büyük kitaptan göreli olarak daha fazla bildiğim “Kapital Geleneğine” vurgu yaptım. Ama pekala aynı şeylerin “Kuran Geleneği” için de geçerli olduğunu söyleyebilirim. Kuran gibi karmaşık bir metnin de anlamı teke indirgenemez. Buradan bir sosyalizm yorumu çıkartmaya çalışanları saygıyla izliyorum. Mümkündür elbette. Niye olmasın? “Kul hakkı”na vurgu yapan bir kitaptan, “komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen bir Peygamber’den elbette sol bir düzen çıkabilir. İhsan Eliaçık’ın MÜSİAD başkanı Erol Yarar ile olan tartışmasını hatırlıyorum. Erol Yarar, yüzü kıpkırmızı basbas bağırıyordu: “Komünizm propagandası yapıyor bu adam”: Haklıydı!


Söylemeye gerek var mı? “Kapital Geleneği” Kuzey Kore ürettiyse, “Kuran Geleneği” de Taliban üretti. İki geleneğin de bağnazları elbette buna itiraz edeceklerdir. Onlara göre Kuzey Kore’nin Marksizmle; Taliban’ın da İslam’la bir ilgisi yoktur. Hiç öyle düşünmüyorum. Önemli olan, bu metinlerin nelere kadir olduklarını (hem iyi hem de kötü anlamıyla) idrak edip, bu idrakin içinden yorumlar geliştirmeye çalışmaktır. Tek bir doğru yorum olduğunu söyleme cüretini göstermeden, diğer yorumların gayrı-meşru olduklarını iddia etmeden, bu metinlerin tartışılmaz bir “özleri” olduğunu varsaymadan…


Metinler, biz onlara anlam yüklemedikçe sessizdirler. Onları konuşturan bizleriz. Nasıl konuşturacağımız ise bir mücadele alanıdır. O mücadeleyi de tarihimizden getirdiklerimizle bizler kuruyoruz. O metinleri, kendi tarihimizin içinden okuyoruz. İçinde bulunduğumuz maddi koşulların etkileriyle okuyoruz: Köylüysek başka okuyoruz, Aleviysek başka okuyoruz, hapisteysek başka okuyoruz, gençsek başka okuyoruz, Kürtsek başka okuyoruz, burjuvaysak başka okuyoruz. Ama okudukça kendimizi ve dolayısıyla kendi maddi koşullarımızı da dönüştürüyoruz.


Sözün özü: Elbette tarihi “kendi seçtiğimiz koşullar altında yapmıyoruz”. Elbette o koşulları geçmişten tevarüs ediyoruz. Ama yine de “kendi tarihimizi kendimiz yapıyoruz” işte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder